24 Şubat 2012 Cuma

Hayır sadece hayırdır

Hayır sadece hayırdır

Ahmet Altan’ın güzel bir yazısı vardı, geçen gün (23.2.2012, Taraf, Biz ve Sevilmek), kendini görmek için kendi içine eğilmek, yansıttığı görüntüsünü onaylatmak için başkalarına ihtiyacı olmak üzerine. Altan, kendisini reddeden kişiyi öldüren birisinin, başka cezalar bir yana, ömür boyu neden reddedildiğinin cevabını öğrenemeyeceği ve havada asılı kalan bu sorunun onu daima rahatsız edeceği için azap çekeceğini söylüyor.

Böylesi,  sevdiği kişiyi kendisini reddetti diye öldürenlerin bir sorununun, tüm toplumumuzun ortak sorunu olan “hayır” kelimesinin anlamını bilmemek olduğunu düşünüyorum. Hayır bir karşı çıkıştır, farklı düşündüğünün, farklı davranma isteğinin dışa vurumudur. Bu haliyle, otorite konumunda değilseniz, cesaret ister. Oysa, hayır demek bize öğretilmez, bu “cesaret” küçükten bize aşılanmaz. Kısa, net hayırlara kapalı bir toplum bizimkisi. Büyüklerimize, amirlerimize, giderek sevdiklerimize, arkadaşlarımıza boyun eğmemiz, söylediklerini emir telakki etmemiz, gönüllerini hoş tutmamız çocukluktan itibaren istenir de, bir hayır deme özgürlüğü çok görülür. Hayır diyemeyen, alttan alan, korkak, söylediklerinin ve yaptıklarının sorumluluğunu üstlenmek istemeyen, nabza göre şerbet veren  insanlara sık rastlarız bu yüzden çevremizde, ne yazık ki. Hayır diyemeyiz, ama ruh her şeye evet de diyemez, içinden isyan eder; bir volkanın derinliklerinde yükselen lavlar gibidir duygularımız, dışa vuramaz, hayır’ın o rahatlatıcı boşluğundan dışarıya çıkamaz; içimizde kalır ve bizi çürütür. Hayır’ın bedeli ağırdır bu diyarda. Hayır bir tabudur, ağza alınamayan. Açıkça reddedemeyince, sorun hiç yokmuş gibi davranıp unutturmaya, oyalama taktikleri ve ayak oyunlarıyla etrafından dolaşıp aşmaya çalışırız.

İnsanların düşünme ve seçme özgürlüğünün olduğu çoğu zaman öğretilmiyor bize. Özgürlüğün o temiz havası solutulmuyor. Hep elimizden tutan birileri oluyor, hayat boyu. Hep birilerine bir diyet borcumuz kalıyor. Hayır’ı, bu nedenlerle, sade bir tavrın, bir ifadenin ötesinde, tüm benliğimizin reddi olarak algılamaya meyilli oluyoruz. Söylediğimiz, yaptığımız herhangi bir şeye hayır dendiğinde, benliğimize işlemiş yitirme korkusunun verdiği kaygıyla donup kalıveriyoruz; ruhumuzun elleri ayakları birbirine dolaşıyor, yere kapaklanıyor.

Ben ve biz, ben ve diğerleri arasında net sınırlar çekilemediği, ya da olan sınırlarda sürekli oynamalar olduğu  için, sınırlarımızın nerede başlayıp nerede bittiğini bilmiyoruz. Otoriteyle aramızda hep muğlak, gri bir bölge var. Sınır dediğimiz, mayınlı, geniş bir arazi. Otorite figürü sadece anne-babamız, sonra öğretmenlerimiz, amirlerimiz, yöneticilerimiz de değil üstelik: sevdiklemiz de buna dahil. Özellikle de sevdiklerimiz, ya da sevdiğimizi düşündüklerimiz.  Sağlıklı bir benlik algımız olmadığı, sürekli olarak ilişkilerimizin o andaki niteliği ve niceliği üzerinden kendimizi tanımladığımız için, her an tetikte, başkasının evet ve hayırlarına “ölümüne” duyarlıyız. Otorite figürümüz bizi onayladığında sanki büyüyüveriyoruz; sınır birden onun tarafına doğru çekiliyor, biz de sanal bir genişleme ve büyüklük duygusu yaşıyoruz. Bize hayır dendiğinde ise egomuz yara alıyor ve yaşam alanımız birden daralıyor. Öyle ki sanki nefes alamıyoruz, mengeneden parmaklar boğamızı sıkıyor. Hayır birden ölüm fermanına dönüşüyor, özellikle de sevgiliden, sevdiğimizi düşündüğümüzden geliyorsa. İlişkiyi ben ve sen temelinde kurmuyoruz çünkü, sevgilide yok olmayı, bir olmayı en büyük hedef, ideal biliyoruz. Gerçekten sevmek, kendi benliğini ortadan kaldırmak, bizim anlayışımızda. Sevgili için yaptığımızı düşündüğümüz bunca fedakarlıktan sonra sevilmediğimizi öğrenmek ise darbelerin en korkuncu oluyor. Son bir hamleyle, ölmemek için öldürmek üzere harekete geçiyoruz. Öldürürken ancak varlığımızı sürdürebiliyoruz.

Reddedilen bir erkek ise, toplumun taktırdığı o yalandan çizilmez, sert erkek maskesine halel gelmesindense kırıp dökmek daha da kolaylaşıyor. Beni sevmeyen ölsün... Başkalarına yar etmem... Namusuma halel getirmem... Diyoruz. İçimizde, derinlerde saklı çocuk ise bunlara hayır demek istiyor, korkudan titrerken.

Hayır diyemediğimiz sürece yaşama da evet diyemeyeceğiz; bu yüzden de kabalık, küfür, nefret, aşağılama ve tabii ölmek ve öldürmek dışardaki ve içimizdeki tüm duvar yazılarında karşımıza çıkmaya devam edecek. (24.2.2012)