14 Kasım 2019 Perşembe

Cinsel Enerji ve Aklın Özgürlüğü


Cinsel çekim ve enerjinin gücü yadsınamaz. Ergenlikten itibaren bireyler karşı cinse karşı güçlü bir çekim hissederler. Bu enerji bir dönem yaşamın amacı olur. Yıllar geçtikçe birey olgunlaşır, kültür içinde bu enerjiyi kısmen kontrol etmesini, pozitif ve yaratıcı bir şekilde kullanmasını öğrenir.  Ancak cinsel enerji daha düşük seviyede de olsa, ehlileşmiş de olsa oradadır. Kasırgadan fırtınaya, fırtınadan da melteme dönmüştür ve artık hayatın neşesidir. Bu düzeydeki enerji sahiplenmek istemez, kırıp dökmez; sabaha iyi bir başlangıç sağlayan tatlı bahar esintileri taşır, yorgunluk anında bir tebessüm olur, güne keyifle devam gücü veren bir serinliktir.

Kadın ile erkeğin ayrı düşmediği kültürlerde birlikte yaşamasını öğrenir herkes, çocukluktan itibaren. Kendisini karşı cinsin aynasında daha derinlemesine keşfederken karşı tarafı nesneleştirmemeyi, farklıklar kadar benzerlikleri görmeyi, özgür bir birey olarak bakmasını, saygı duymasını öğrenir. Çocukluk, ergenlik ve gençlik çağlarının izlenimleri, anıları beyninde yer etmiştir. Yabancısı değildir karşı cinsin, hayatında olması gereken yeri verir. Çünkü karşısındaki önce insandır ve iletişim insandan insanadır. 

Kadını gözden ırak tutmaya yani toplum yaşamından ayrı tutmaya çalışan anlayış bu esintiyi keser. Yaşam enerjisi akacak yön bulamaz olur adeta. İki cinsin ayrı kompartmanlarda yaşadığı toplumlarda cinsel enerji kaybolmaz elbet, sadece bireylerde sıkışır kalır, bireyin içinde döne döne yükselirken hortuma dönüşür. Çocukluktan sonra ergenlik ve erken gençlik çağlarının fırtınalarının izlenimleri karşı cinsten varlıklarla paylaşılarak terbiye edilemez, aynı zamanda rakibi de olan hemcinslerinin tuttuğu büyüteç altında gerçeklerden iyice uzak ve bir başına yaşanır. Bilmeme yabancılaşmayı ve aradaki mesafeyi artırır, korku benlikleri sarar. Cinsellik örtülerin altında saklanır, nedenini tam anlayamadığı güçlü bir baskı kişiyi ya beklentiler uyarınca erken veya aceleci bir evliliğe ya da toplumdan gizli, yasak deneyimlere veya ilişkilere zorlar.

Toplum ve ailenin bireyi yaşam enerjisini sağlıklı bir şekilde kontrol etmesi ve kanalize etmesi için yol göstermesi ve eğitmesi gerekir elbet. Öte yandan, bu enerjinin varlığını inkar etmek ya da kişiyi modern dünyaya yeterince hazırlanmadan, kendini bulmadan erken yaşta bir evlilikle adeta başından savmak ve karşı cinse uzanan diğer tüm yolları kesmek, bir zenginleşme olasılığını giderek büyüyen bir soruna dönüştürecektir.

İnsanlık paydasında kadın ve erkek bir bütündür. Yalnız kadın ve yalnız erkekten oluşan topluluklar üzerine ölü toprağı serpilmiş, ama içten içe yanan közler gibidirler, tetikte ve umutsuz, bir fırsat beklerler tekrar alevlenmek için. Erkek ve kadının eşit olduğu ve birlikte aynı mekanları paylaştığı toplumlarda ise iki farklı kutup arası akıp giden ve ışığa dönüşen elektrik akımı gibi, varlığı inkar edilmeyen cinsel enerji kişi bireyleşip olgunlaşırken değişir ve yaratıcı bir enerjiye  dönüşür, ruhu besler, yüklerinden kurtulmuş aklı özgürleştirir.

19 Temmuz 2019 Cuma

Kadın-Erkek Eşitliği Üzerine

Kadın ve erkekler eşittir. Kimimize bu normal gelmiyor. Eski yaşam koşullarının yarattığı görünürdeki farklı roller ve bunlardan kaynaklanan eşitsizlikler var-git sürsün isteyenler var. Bunun için inancı ileri süren var, kültürü ileri süren var, doğayı ileri süren var.

İnsanoğlunun yaşamı sağkalma mücadelesiyle geçmiş: açlıkla, vahşi veya zehirli hayvanlarla, hastalıklarla, doğal felaketlerle. Ölümlerin çok, sağkalımların az olduğu bir dünyada az olan nüfusu korumak ve işgücünde yardımcı olması için çok çocuk sahibi olmak, bunun temini için de kadının hayatının büyük bir bölümünü çocukların bakımına ve ev-tarla işlerine ayırması belki kabul edilebilir bir kaderdi ama günümüzde bu zorunlulukların ortadan kalkması ile kadınların toplumda hak ettikleri yeri talep etmelerinden daha doğal ne olabilir?

Yasalar, erkek dünyasının suni yasaları insanların, hangi cins, ırk, etnisite, toplum kesimi, sosyal grup, coğrafyadan olursa olsunlar, eşit oldukları gerçeği karşısında ayakta duramayıp değişeceklerdir. Sadece yasalar değil, anlayışlar da. Yeter ki kadınlar kendi haklarının ve güçlerinin farkına varsınlar, bunları talep etsinler, var güçleriyle dile getirsinler.

Güçsüzlerin sömürüldüğü, insanların iktidar sahibi-sıradan vatandaş, galip-mağlup, efendi-köle, zengin-fakir, erkek-kadın, sağlıklı-hasta, yetişkin-çocuk/yaşlı vb. diye sınıflara ayrıldığı bir dünyanın küçük bir azınlık hariç kimseye mutluluk getirmediği artık görüldü. Sorunların küreselleştiği, bireyin yaşamının dünya ekosisteminin bütünlüğünün korunmasına ve dünyadaki her canlının ve diğer insanların varlığına bağlı olduğunun anlaşıldığı bir zaman diliminde yaşıyoruz. Ayrımcılık bilimsel olarak geride kaldı. İş, zihinlerdeki hayali prangaları söküp atabilmekte.