10 Aralık 2020 Perşembe

Ölüm nedir?

 Ölüm canlılığın karşıtı değil, bir sonucu aslında. İçinde yaşadığımız evrenin kurallarına göre düzen giderek düzensizliğe dönüşür, toplam entropi daima artar. Organizmalar karmaşık ve düzenli yapılardır ve zamanla bozulurlar, yani yaşlandıkça yapısal bütünlüklerini korumaları zorlaşır. Yıpranma tek bir noktada değil, her noktadadır ama parçaların ya da bölümlerin yıpranma hızları arasında farklılıklar olabilir. Dokular, organlar, damarlar yıpranır, biriken hasarlar bir noktadan sonra işlevlerin kaybolmasına neden olur, yavaş yavaş sızıntılar, çökmeler, bozulmalar başlar. Bir süre sonra tamir mekanizmaları da yıprandıkları için eskisi gibi etkili olmamaya başlarlar. İnsanda beyin hücrelerinin yavaş yavaş kaybıyla önce hafıza ve algıda, ama nihayetinde tüm kişilikte değişimler olur, bir daralma, çözülme, küçülme ve içe kapanma meydana gelir. Çok yavaş işler bu mekanizma, ama daima işler. Bu yavaşlık, süreci başkalarında gözlemeyi zorlaştırırken kendinde algılamayı daha da zorlaştırır. Değişen tüm benlik olduğundan eskiden beri böyle olduğu sanısına kapılır insan. 

Bakteriler de, bitkiler de, hayvanlar da ölür. Doğal ölüm, organizmanın sistemlerinin iflas etmesi sonucu oluşur. Karmaşık ve zor bir iştir canlı organizmanın birbiriyle ilişkili tüm altsistemlerinin uyumunu bir yaşam boyu hatasız bir şekilde sürdürmesi. Ve zaman, yıpranmanın ve yıkımın etkilerini artırır. Sonuçta bir gün, altsistemlerin işlevsel bozulmalarını artık taşıyamayan, tolere edemeyen üstsistem iflas eder, bütünlüğünü koruyamaz ve durur. Bu duruş canlının ölümüdür. Beden ise maddi dünyaya aittir, (neredeyse) ölümsüzdür, sadece şekil değiştirir.  Öldükten sonra dahi vücuttaki mikroorganizmalar hayatlarına devam ederler; beden dağılırken toprağa ve çevreye karışır, başka canlıların yapıtaşlarına dönüşür. 

Ölüm fikri bilinçli canlılar için acıdır. Kaçınılmaz olanı bildirir. Oysa yaşamın, özellikle de bilinçli yaşamın amacı büyümek, çoğalmak, gelişmek ve bilmektir. Ölüm hücrelerimize işlemiş bu dürtülerin çaresiz kaldığı nokta, aşılmaz bir engeldir. Zihin bu engeli ölüm ötesini yaratarak aşar. Ne garip, hayvanlar için ölümsüzlüğü zorunlu görmemede bir zorluk yokken, insan sadece kendisi için ölümsüzlüğü hak ettiğini düşünür ve giderek zorunlu görür. 

Ölüm yaşamanın bir sonucudur. Yaşamak öldürür diyebiliriz bir bakıma. Geçen zaman yaşama izin verir. Doğan büyür, gelişir ve bir gün ölür. Ölümün geciktirilmesi mümkündür. Ölümün ölmesi ise  mümkün değildir, en azından bildiğimiz bu evrende.  

21 Nisan 2020 Salı

Salgın ve Sokağa Çıkma Yasağının Düşündürdükleri

COVID-19 salgınını bastırma önlemleri arasında uygulanan sokağa çıkma yasakları hepimize sokağa çeşitli nedenlerle zaman zaman veya sürekli olarak çıkamayan ya da çıkmakta güçlük çekenlerin sıkıntılarını bir nebze de olsa anlama imkanı verdi.

Evler, geçirilen  sürenin uzamasına koşut, sahip olunan bütün imkanlara ve konfora rağmen yetmemeye; o sokak denilen sosyalleşme ortamının, doğaya uzanan yolun, bir yanılsama da olsa özgürlük duygusunun özlemi koyulaşmaya başladı. Sevdikleri yanında olanlar daha şanslıydı. Ama yanımızda olmayanların hasreti büyüdü, görüntülü/görüntüsüz iletişim imkanlarına rağmen. Biraraya gelmeyi, biraraya gelmek için bir yerlere çıkıp gitmeyi, çokça da yürümeyi özler olduk.

Özgürlüğün geçici de olsa kısıtlanmasının insan ruhuna iyi gelmediğini hepimiz yaşadık. Bedensel özürlülük nedeniyle hareket kısıtlılıkları olanların, yaşadıkları yere, belki odaya, belki yatağa mahkum olanların bitmeyen çilelerini duyumsadık. Yaşlanmanın yükünü artık taşıyamayan eğrilmiş omurgaların, çarpılmış bacakların çıkıp inemedikleri merdivenlerin yüksekliğini, bir solukluk mesafelerin aşılamaz hale gelişinin sıkıntısını deneyimledik.

Dahası, insanların özgürlüğünü ellerinden almanın ne kadar ağır bir ceza olabileceğine dair kimi ipuçları edindik. Birkaç günlüğüne ve kalemiz, evimizde bile olsa katlanması bu kadar güç olan kısıtlanmanın, haksız yere ve özellikle şiddet içermeyen ve dünyanın başka yerlerinde suç teşkil etmeyecek fikirleri nedeniyle dört duvar arasında sevdiklerinden ve alıştıklarından uzun yıllar izole kalmanın başka bir galakside ıpıssız bir gezegende tek başına yaşamaktan farksız olduğunu, ömrün kalan zamanının insanın içinde yarattığı darlığı ve anlamsızlık duygusunun kuşatmasını yaşadık, tüm dünyaca.

Dünya vatandaşı olduk belki bundan sonra, acılara ortak olarak.

Fena mı oldu? Salgın ve sokağa çıkma yasakları bizi biraz daha insan kılmadı mı?