18 Ocak 2022 Salı

Hakikati Tekeline Alma

 Özellikle son zamanlarda nihai, mutlak, en son, son nokta, "ultimate" gibi ifadelerle çok sık karşılaşır olduk. Söz konusu olan yeni bir ürün de olabilir, bir kişinin herhangi bir medyada paylaştığı bir liste ya da bir fikir de. Bu son sözü söyleme arsız arzusunda, konu ile ilgili bütün kaynakları değerlendirip adeta yalayıp yutma ve nihayetinde geçmişe bakarak geleceği de öngörebilme iddiası saklı gibi. Yetmedi, kendinden yola çıkarak tüm bireylerin aralarındaki ve kendi içlerindeki zaman ve ortamsal değişkenlikleri de bir hizaya getirme, henüz şüphe içindekileri de mutlak bir beğeni düzeyine ulaştırma  "alicenaplığı" saklı. Az bilme, az okuma, içgüdülerle hareket etme, acele karar verme, kendinden temelsiz bir şekilde emin olma gibi zamanın ruhuna uygun düşünceler üzerinde bu ifadeler göklere doğru vaatkâr bir şekilde yükselmekte. Buna, kaynaklara daha kolay erişebilmenin bilinmesinin yardımcı olduğunu da eklemek gerek. Bu olasılık, gerçekliği sınanmamış olsa bile, düşünce temelinde iddia sahibine bir güç ve haklılık atfetmeye yol açıyor. Ne de olsa kimsenin oturup kaynakları sorgulayacak ne vakti ne de metodolojik bilgisi var. Bu ortamda inanmak veya kabul etmek çok daha kolay. Sonrası, bu sanal gerçeklik üzerinde yükselen bireysel kes-yapıştır inanç ve doğruların "mutlak" kabul edildiği ve bu ölçüde de uzlaşmasız bir dünya. Gerçeğin ötesindeki günümüz dünyası yani. Gelişme bu mu? Ve "nihayetinde" buradan insanlık ve bütün dünya için barış ve huzur çıkar mı?

17 Ocak 2022 Pazartesi

İklim Değişikliklerinin Düşündürdükleri



Scientific American dergisindeki bir araştırma sonucuna göre okyanuslar her yıl bir öncekinden daha çok ısınıyor. Ama, öyle böyle değil. Son olarak 2021'de, önceki yılların rekorlarını da kırarak, okyanuslar dünyadaki yıllık toplam enerji tüketiminin en az 20 katı kadar enerjiyi soğurmuşlar. (Sci Am. Oceans Break Heat Record for Third Year in a Row, 12.1.2022) Yani dünyamız ısınmaya devam ediyor, etkilerini henüz tam idrak edemesek de. Şimdilik tamponlayıcı sistemler anlık bir felaketin yaşanmasını önlüyor, ama nereye kadar? Kutup buzulları eriyor örneğin, altından toprak gözüktüğünde ısınma miktarında birden artış oluyor, çünkü buz güneş ışınlarını geriye yansıtırken toprak yansıtmıyor, emiyor. Ormanların yok edilmesi, denizlerin kirletilmesi, ekolojik sistemin bozulması ve canlı yaşamın çeşitliliğinin azalması dünyayı daha kırılgan bir hale getiriyor. Getiriyor çünkü bütün canlılar yaşamak için birbirine bağımlı, toprağın altıyla üstüyle, denizdekilerle, mikroskopik veya makroskopik boyutuyla. İnsan evrimin en son ürünlerinden, en geç ortaya çıkan bir tür olarak yaşamını bu canlılık ağının korunmasına borçlu, nefes almak, beslenmek, fiziksel ve psikolojik ihtiyaçlarını gidermek için. Doğanın tümüyle ya da çoğunlukla tahrip olduğu, ama gerçekten tahrip olduğu ve havadaki oksijeni bile temin etmek için makinelere borçlu olduğumuz karanlık, kirli ve yoksul bir dünyayı hayal edin. Burada bir şekilde yaşamınızı sürdürebildiğinizi düşünün. Ama astronot kıyafetleri benzeri koruyucu giysiler olmadan dışarı çıkamadığınız, yiyeceğinizin sadece paketlenmiş işlenmiş ürünler olduğu (içeriğini söylemeyeyim), günlük güvenli içme ve kullanma suyunun maliyetinin giderlerin büyük bir bölümünü oluşturduğu, kuş cıvıltısı, ağaç yaprağı hışırtısı ve yeşilliği, çiçeklerin, böceklerin olmadığı bir dünya...

Okyanuslar ısınırsa ne olur, diye sorabilirsiniz. Isınmış okyanuslar enerjinin biriktiği ve bu enerjinin daha güçlü fırtınalar, kasırgalar ve şiddetli yağmur yağışlarıyla boşalma eğilimi gösterdiği ortamlar yaratıyor. İklim değişip ısındıkça kasırgalar daha önce görülmemiş şiddetlerde ve yerlerde meydana gelmeye başlıyor. Bu ısınma denizdeki yaşamı tehdit ediyor, bitki ve balık nüfusunu azaltıyor. Arıca ısınan suyun hacmi de arttığı için, buzulların erimesinden bağımsız olarak deniz seviyesinin yükselmesine ve kıyı bölgelerinin ve alçak adaların su altında kalmasına neden oluyor. Normalde okyanusla havadaki karbon dioksitin belirli bir kesimini emerken ısınan sular daha az karbon dioksit depoluyor, ki bu da küresel ısınmanın artmasına katkıda bulunuyor. Bir de, okyanusların sadece ısınmadığı, ayrıca kirlendiği ve suların  asitliğinin giderek arttığını da bu bilginin üstüne eklemek lazım. 

Daha iyi yaşamak için daha çok üretip daha çok tüketmemiz gerektiği ekonomistler, ideologlar, siyasetçiler ve kimi biliminsanları tarafından söylenedurdu. Günümüzde geldiğimiz nokta ise artık herkesin gözünü açması, doğruları sorgulaması gerektiğini gösteriyor. Bilim ve teknoloji alanındaki gelişmeler, sağlık başta olmak üzere kaydedilen ilerlemeler artık genel ve kalıcı eşitsizlikleri, küresel nüfusun büyük bir bölümünün yoksul, hatta açlığa mahkum edilmişliğini, artan otomasyon ve yapay zeka kullanımının insanın bedensel ve giderek zihinsel emeğini gereksiz kılıyor olmasını ve daha önemlisi çevrenin giderek daha fazla  ve ilerisi düşünülmeden sömürülüyor, yaşam alanlarının sürekli küçülüyor olmasını, kırılganlığın artışını saklayamıyor. Sadece ülkemizde Kaz Dağları'nın, sahil beldelerinin, Karadeniz Bölgesi'ndeki ormanların, sadece madencilik çalışmaları nedeniyle başına gelenleri bir düşünmek bile yeterli konu hakkında fikir sahibi olabilmek için. Gidecek, kaçacak bir yer bulmak çok zor. Kalanları da zaten sıradan çoğunluğun (*evet, orta sınıflar eridiği için, artık nüfusun büyük bir bölümü benzer sıkıntı ve endişeleri paylaşıyor) erişim imkanlarının ötesinde. Gelecek nesillere iyi bir yaşam ümidi vermek bile zorlaşıyor. Ümit geniş kitlelerin farkındalığının artmasında ve sadece kendisi değil, sadece belirli bir grup insan için değil, tüm yaşam ve Dünya için daha iyisini isteyip birlikte harekete geçmesinde sanırım. 


*Dünya Eşitsizlik Raporu 2022'ye göre,  dünyanın en fakir yarısı toplam servetin sadece %2'sine sahipken, en zengin %10 toplam servetin %76'sına sahip. Gelir dağılımına bakınca ise, en zengin %10 küresel gelirin %52'sini alırken en fakir yarısı %8,5'ini kazanıyor. (World Inequality Report 2022)