İnsanlar tarih boyunca aileler, klanlar, kabileler şeklinde, birbiriyle komşu topluluklar halinde yaşadılar. Devletler ve imparatorlukların kurulması çok daha yakın zamandadır. Genelde çatışmalar yerel gruplar arasında veya sınırdaş ülkeler arasında meydana geliyordu ve bu çatışmaların, geçen yüzyıla kadar tüm dünyaya yayılarak, hem insan soyunu hem de tüm canlı yaşamı tehdit etme olasılığı yoktu.
Günümüzde nüfus artışının, sanayileşmenin, teknolojik gelişmenin ve bunların bir sonucu olan küreselleşmenin bir sonucu olarak dünyada insanın ayak basmadığı, iz bırakmadığı, yerleşmediği neredeyse bir yer kalmadı. Üstelik gelişmenin, ekonomik büyüme ve refahın artırılabilmesinin tek yolunun daha çok kaynak kullanılarak daha çok üretim ve tüketim yapmak olduğu anlayışı bugünkü ekonomik sistemin vazgeçilmez kabulü. Dolayısıyla devletler, çok uluslu şirketler ve kapitalist ekonomik düzenin büyük oyuncuları arasında çatışmaların tansiyonu da, kimi zaman başka maskeler altında, giderek artıyor.
Öte yandan insanın kullandığı aleti geliştirerek tabiata daha verimli müdahale etmesini sağlayan bilgi uygulamaları anlamına gelen teknoloji, günümüzde yaşamın temel bilgisinin ve doğal olayların işleyişinin sayısallaştırılabilmesi, iklim ve toplum davranışları dahil, modellenebileceğinin anlaşılması ile başka bir düzeye çıkmıştır. İşte Yapay Zeka, verileri temel alarak, insan aklına benzer şekilde bilgiyi oluşturabilen ve çıkarımda bulunabilen, işleme ve değerlendirme kapasitesi teorik olarak sınırsız bir yenilik (!) olarak bilimsel ve teknolojik gelişmenin nihai bir ürünü olarak, hala inanmakta güçlük çeksek de, karşımızdadır. Ancak bu teknoloji kimi tekellerin elindedir ve bu tekeller dünya üzerinde geçmişte üretilmiş ve halen üretilmekte olan bilginin de tekeline sahiptirler. Üstelik bu teknoloji, özellikle sosyal medya gibi ortamların ardındaki algoritmalar vasıtasıyla zihinlere hükmetmeye başlamış, bizi siyasi ve ticari olarak belirli tercihlere yönlendirmeye ve davranış kalıplarını benimsetmeye başlamıştır. Tercihleri sürekli takip altındaki insanın davranışının makineler için öngörülebilir hale gelmesi yönüyle, bu teknolojinin, geleceğin bilgisine de sahip olunduğu söylenebilir.
Dijital teknolojiler, bulut tabanlı veri merkezleri, makina öğrenmesi ve yapay zeka ile sayısız sensörden, akıllı araçlardan, cep telefonlarından akan veri nehirleri adeta süzgeçten geçirilip işlenmekte ve daha önce akla gelmeyen ilişkiler kurulabilmektedir. Bu yolla yeni ilaç moleküllerinin keşfi, proteinlerin alabileceği üçboyutlu formların ortaya konması gibi daha önce çok zaman alacağı düşünülen önemli buluşlar da yapılabilmektedir.
Yapay Zeka teknolojisi iyi amaçlar için de kötü amaçlar için de kullanılabilir. Ancak, az sayıda devlet veya şirketin kontrolüne bırakılmaması gerektiği açık olan bozucu (disruptive) bir teknolojidir. Yapay Zeka kontrol edilmezse, dünyadaki eşitsizlikleri şimdiye kadar benzeri görülmemiş bir şekilde artırabilir, kötülüğün, sinsiliğin can yakıcılığını artırabilir. Bir örnek; savaş alanlarında kullanılmaya başlayan otonom dron sürüleri. Bunlar yapımı görece kolay, düşük maliyetli katil silahlar. Bu özellikleriyle, öldürücü teknolojilerin yaygınlaşmasına ve "ev yapımı!" özelliği kazanmasına neden olabilir.
Mahalli sorunların bile, pandemi örneğinde olduğu gibi küresel boyut kazanabildiği veya iklim değişikliği, hava kirliliği gibi sınır tanımayan ve de en çok da, en az sorumlu olan yoksulları etkilediği bir zamanda yaşıyoruz. Dünyanın evrenin merkezi olmadığını, hatta güneş sisteminin gezegenlerinden sadece biri olduğunu, güneş sistemimizin yer aldığı Samanyolu galaksisinde 200 milyara yakın güneş benzeri yıldız olduğunu, evrendeki galaksi sayısının ise trilyonlara yaklaştığını artık biliyoruz. İnsan merkezli ve "bize bir şey olmaz, nasıl olsa Tanrı/düzenin mimarı değişikliklere, kötülere izin vermez" anlayışının geçersiz olduğunu, kendi kaderimizin ipini kendi elimizde tuttuğumuzu, acı bir yalnızlık ve adeta terkedilmişlik hissederek, ancak aklımızla biliyoruz. Küresel boyutta bir yok oluşa yol açabilecek, uygarlığımızın temellerini harap edebilecek ekolojik değişiklikler, afetler, çevre kirliliğine bağlı biyoçeşitliliğin yok olması, nükleer savaş ya da kontrolden çıkan küresel bir konvansiyonel savaş tehlikesi her zamankinden daha büyük gibi görünüyor. Öte yandan, hepimiz birbirimizle büyük bir ailenin fertleri olduğumuzu sanki daha iyi biliyoruz, daha fazla hissediyoruz. Her birimiz, evimizde ya da iş yerimizde tüm insanlıkla iletişim içindeyiz ve tüm dünyanın haberleri üstümüze akıyor: dünyanın öbür ucundaki insanların başına gelen bir felaketi, hangi ülkeden, hangi ırktan, dinden olurlarsa olsunlar sanki mahallemizden birisinin başına gelmiş gibi hissedebiliyor, etkileniyoruz. Sadece insanlara üzülmüyoruz, tüm canlıların acıları ve dünyanın güzelliklerinin yok olması bizi dertlendirebiliyor. Bilen insan gözünü kapatamıyor. Ama bilmek için bakmak, zaman ayırmak, dinlemek, dikkatini verebilmek, empati yapmak gerekiyor. Ancak bu çok yorucu. Yine, üstümüze akan bu bilgi selinin kimi odakların sesini daha fazla yansıttığını öteden beri biliyorduk. Artık yapay zeka ile tamamen suni içeriklerle korkutulup istenen şekilde yönlendirilebileceğimiz endişesini yaşıyoruz.
Artık eski bağlarımızın, değerlerimizin üstüne yenilerini ekleyip başka tür bir birlik, kardeşlik hissini yaygınlaştırma zamanı. Küresel tehlikeler bir insanlık kardeşliği kurmayı gerektiriyor. Birlik olmanın, dayanışmanın yolunu bulmalıyız. Daha eşitlikçi, paylaşımcı olmanın bir yolunu bulmalıyız. Sadece kendimizin ve ailemizin, belki mahallemizin değil, ülkemizin, tüm ülkelerin ve Dünya'nın iyiliğini isteyen dünya vatandaşlarına dönüşmeliyiz. Yapay Zeka bir tehdit olabilir, ama bizi birbirimize yakınlaştıran ve önümüzdeki sorunları aşmamızda kullanabileceğimiz en büyük yardımcı da olabilir.
Eski inançlar, eski töreler, eski düşünceler, eski kabuller, ben-sen, biz-siz ayrımları geride bırakılmalı. Evrimsel atamızdan devraldığımız ve bugüne kadar sağ kalmamıza yardımcı olan bencillik artık sürdürülebilir değil. İnsanlık uygarlıkda bir basamak daha atlayarak, uygarlık 3.0'a ulaşmak zorunda. Henüz çok geç değil, düzelebiliriz, dünyanın sağlığını önceleyen bir ekonomik düzeni, tüm canlıları ve ekosistemleri kucaklayan bir yaşam tarzını benimseyebiliriz. Yani geçmişten ders alıp evimiz olan ve her şeyimizi sağladığımız, her şeyi borçlu olduğumuz dünyanın değerini anlarsak, daha iyi yaşamanın kaynakları sınırsızmış gibi sömürmek ve tüketmek ile, zengin olmanın daha çok üretme ve satma ile eşanlamlı olduğu anlayışını terk edebilirsek, kısaca sürdürülebilir bir yaşam sürebilirsek, sonunun er ya da geç felaket olacağı açık olan bu kısır döngüden çıkmamız, ama kimseyi geride bırakmadan yani hep birlikte çıkmamız, mümkün olacaktır. Aksi halde, koşullar giderek ağırlaşacak, yaşam herkes için zorlu olacaktır.
Tehlike bu kadar büyük ve yapılması gerekenler açıksa, o halde, bir an önce aklımızı başımıza toplayıp bugünkü politik ve ekonomik sistemi iyileştirmek için harekete geçmek, yöneticilere yönü işaret etmek, baskı yapmak gerekiyor.
Üstelik "ben mi, sıra bende mi", diye sormaya gerek de yok. Sıran çoktan geldi...